Sözlü edebiyat ürünlerinde kadınlar ya bir tanrıça veya onun bir tecellisi olarak yüce bir mevkide ya da gündelik yaşamda geriye itilmiş, silik bir pozisyonda karşımıza çıkarlar. Özellikle eril bir yaşam tarzının hâkim olmasıyla birlikte yüce ana, tanrıça konumundan günlük yaşamda eril gücün arkasına yerleştirilen kadın görünümü ön plana çıkar. O, artık perdenin arkasından dengeyi düzeni kurmaya çalışan bir dişil güçtür. Edebiyat ürünlerini ele alan kuramsal çalışmalardan feminist edebiyat eleştirisi, kadının edebiyatta nasıl bir yerde durduğunu ele alır. 1960’lı yıllardan itibaren şekillenen feminist edebiyat eleştirmenlerinin ilk dikkatlerini çeken, kadınların edebi eserlerde aşağılayıcı söylemlerle yer bulmaları ve belirli sınırlar içerisine hapsedilmeleri, bunun dışına çıkan kadınların olumsuz bir bakış açısıyla yorumlanmalarıdır. Araştırmacılar sözlü ve yazılı edebiyattan hareketle yüzyıllar boyunca kadının hangi sınırlar içerisine yerleştirildiğine dikkat çekmeye çalışmışlar ve bu konuya eleştiriler getirmişlerdir. Mitler, masallar ve destanlar kadınların silik bir görünümde bulundukları ve belirli sınırlar içerisinde ele alındıkları sözlü edebiyat ürünleridir. Bunların içerisinde çoğunlukla yüksek mertebede erkek kahramanları görürüz. Kadınlar geri planda, kapalı mekânda bulunurlar ve silik bir profil çizerler. Bu tip anlatılarda güç, akıl ve diğer tüm olumlu özellikler erkeklere bahşedilmiştir. Kadınlar ise, erkeğin arkasındaki güç, evi çekip çeviren bir düzenleyiciden başka bir görev elde edememiştir. Bu kalıbın dışına çıkan az sayıda kadın kahraman vardır. Bunlardan biri de Şor Türklerinden derlenen bir masal olan Şolban’ın kadın kahramanıdır. Masala adını veren bu kadın kahraman, aklı, pratikliği ve bilgeliği ile alışıldık kadın kahramanlardan çok farklı bir profil çizer. Bu çalışmada feminist edebiyat eleştirisi ışığında Şolban masalının kadın kahramanının, ataerkil düzenden hangi açılardan etkilendiği ve hangi açılardan kozasını yırtarak ataerkil düzenin çerçevesinin dışına çıktığı incelenecektir.