Dil düşünceyi aktarmasa da, düşünceyi aktarmada sözcük sadece yardımcı olsa da, hattâ yalan söylese bile, tam bir çevirinin de ham hayalden ibaret olduğu belirtilse de, ‘ben’ in ‘öteki’ ile yüzleşmesinde açılan bir yoldur. Çevirinin esası ‘öteki’yi açığa çıkar- maktır; ancak çevirilerde ‘öteki’ bazen dışlanmış ve silinmiştir. Oysaki, ‘insan’ ve ‘me- deni’ olmanın gereği ‘öteki’nin ‘ben’ ile tamamlanmasıdır. 19.yüzyılda Friedrich Schle- iermacher, çeviri kuramında ‘öteki’ ye doğru bir yol açar ve ‘öteki’ye dayanan çevirinin ‘aslına’ dayanan bir çeviri olduğunu belirtir; ardından 20.yüzyılda Antoine Berman da, çeviri etiği kapsamında yabancının yabancı olarak kalması gerektiğine inanır. Cumhuri- yet döneminde, Nâzım Hikmet de çeviri metinlerinde ‘öteki’nin düşünme biçiminin ak- tarılabileceğini ifade eder. Bu çerçevede, a’râf sâkini çevirmenin ‘öteki’nin bakış açısını hedef dilde kazandırma çabası, direnen her iki dünyanın arasında keşfedilen üçüncü bir süreç, ortak bir dil olarak görülebilir. Çevirinin, araştırma, çalışma ve zaman gerektiren bir uğraş; aynı zamanda ateşten gömlek giyen çevirmenin değil, dillerin ‘hain’ ve çevirmenin en ufak bir hatasının bile eleştiri konusu olduğu göz önüne alınarak yapılan bu çalışma, sözcüklerin belli bir iklim- de yaşadığından anlam kaybının kaçınılmaz olduğu çeviri sürecinde, sözcük seçiminin önemli olduğunu, bazen de anlam ve üslûbun birlikte aynı kadehten içmeye çalıştıkla- rında, sadece anlamın ya da üslûbun susuzluğunu giderebileceğini göstermektedir. Bu makalede, Nurullah Ataç ve Cevdet Perin’in bazı ‘kültürel’ sözcüklere ve romanda dik- kat çekici bir biçimde tekrarlanan ‘tesadüf’ sözcüğüne takındıkları tutumdan dolayı, çe- virilerinde ‘öteki’yi yansıtmamışlardır. Bunun nedeni ise, çevirmenlerin benimsedikleri ideoloji ve öncelik verdikleri üslûptur.